ScS Reklam Sitesi

Güzel Yazılar

‘Yazılar’ Kategorisi için Arşiv

Neşet Ertaş

neset

Ceketinin önünü açmak için bile seyirciden izin isteyen, dinleyicisine “ayaklarınızın türabı, gönülleriniz hizmetçisiyim efendim” diye seslenen, konserini ısrarlar üzerine iyice uzattıktan sonra “evde hanım bekler, onun sıcaklığına da ihtiyacım var, müsaade buyurursanız” diyebilecek kadar samimi bir tevazu ustasıydı o.

On on bir yaşlarında olmalıydım onu ilk kez gördüğümde. Öldü söylentileri üzerine yıllar sonra uzun süredir gurbetlik ettiği Almanya’dan memlekete dönmüş, birkaç günlüğüne ülkenin en önemli konusu haline gelmişti. Ayağının tozuyla katıldığı bir tv programını kimler aramadı ki yarım saat içinde, bakanlar, valiler, milletvekilleri, sanatçılar… Bir dizi “önemli insan” sırayla telefona bağlanıyor, ustaya hoş geldin diyorlardı. Bense bir kenarda anlamayan gözlerle seyrediyordum olan biteni. Saz çalmaya merak salmış bir çocuk olarak şaşırmamam elde değildi. Televizyonda dejenere bir İstanbul Türkçesi duymaya alışmış, büyük şehirde yetişmiş bir “pop çağı” çocuğu için, Ertaş’ın deyimiyle “kara suratlı”, koyu İç Anadolu şivesi konuşan bir adama gösterilen bu hürmet tabii ki şaşkınlık vericiydi. Ailece seyrettiğimiz o program benim Usta ile tanışmama vesile olurken, aslında memleketin hiç bilmediğim bir başka yüzünü daha tanıtmıştı bana.

(daha fazla…)

Yazının Tamamını Oku »

Hayatın görünmez güveleri

GörselMark Twain’in düşündürücü bir lafı var. “İsteklerinizi, hayallerinizi küçümseyen kişilerden mümkün mertebe uzak durun!” “Ruhu küçük insanlar başkalarını da daraltmak, azaltmak ister” diye devam eder söze dünyaca ünlü romancı.
Küçümserler her şeyi ve her emeği.
Her kelimeleri ağılı.

Ruhu engin insanlar ise kendiliğinden destek verir etraflarındakilere. Sadece yakınlarını ya da kendi dostlarını, akrabalarını değil, birilerini kayırmak anlamında değil, bizatihi yaratıcılığı teşvik ederler; her nerede görürlerse görsünler.
O yüzden kimlerle arkadaşlık ettiğimiz, vakit geçirdiğimiz ve kimlerin lafını/eleştirisini ciddiye aldığımız hususunda seçici olmak en iyisi, şayet akıl ve ruh sağlığımızı muhafaza edebilmek istiyorsak.
Mark Twain bizim memlekette yaşasaydı çok daha keskin bir üslupla zikrederdi herhalde tüm bunları.
Halbuki bizler ekseriya unutuveriyoruz bu kadim kuralı. “Başkaları ne der, aman elâlem laf eder” kaygısı camdan bir duvar gibi dikiliyor önümüzde. Çöküyor olanca ağırlığıyla üzerimize. Küçümsenme, beğenilmeme, en nihayetinde anlaşılmama korkusu o kadar ağır basıyor ki ayaklarımız geri geri gidiyor her işte. Hayallerimizi, uçuk kaçık emellerimizi naftalinleyip kaldırıyoruz zihnimizin dolaplarına. Orada çürüyorlar usulca. Gün ışığı görmeden senebesene.

Nice sonra açıp bakıyoruz ki güve yemiş planlarımızı. Biz yaşlanırken onlar da bir kenarda kuruyuvermiş. Hayatın görünmez güveleri var, yer bitirirler insanın özgüvenini.
Amerika’da ders verdiğim yıllardı. Arizona’da sakin bir öğleden sonra. Sınıfta 20 civarında öğrenci. (daha fazla…)

Yazının Tamamını Oku »

19 Mayıs

19 Mayıs KutlamalarıYılmaz Özdil’den geçmişi anlatırken bugünümüzü özetleyen bir yazı:

19 Mayıs

İlk badireyi henüz Boğaz’dan Karadeniz’e çıkarken atlattı…

Bandırma vapuru yolcuları.

*

Hayırdır inşallah dedi, süvari İsmail Hakkı, bu deniz feneri de neyin nesi?

*

Senelerdir aynı rotayı kullanmasına rağmen, ilk kez görüyordu bu deniz fenerini… Bizi yolumuzdan saptırmak için koymuş olmasınlar dedi, serdümen Basri… Dürbünle baktılar. Hakikaten öyle. Deniz fenerine uysalar, daha kafadan Poyrazköy’de karaya oturacaklardı.

*

Kanmadılar Damat Ferit’in diktirdiği çakma deniz fenerine, engin ufuklara açıldılar. Az gittiler. O da ne? Olmaması gereken yerde, al sana bi deniz feneri daha, Kefken’de… Normalde üç saniyede bir, üç defa çakıp, altı saniye susması gerekirken, kalecilerin gözüne tutulan lazer gibi, devamlı yanıyor, bu tarafa gel, bu tarafa gel diye bağırıyordu adeta… Bunu buraya dikse dikse, İngiliz muhipleri dikmiştir, biz yolumuzdan şaşmayalım dedi, çarkçıbaşı Süleyman… İyi ki de öyle dedi. Dinleselerdi sahte deniz fenerini, harss diye kayalıklara bindireceklerdi.(daha fazla…)

Yazının Tamamını Oku »

Sen Yokken

Sen yokken gittim
Korkularımın üstüne
Hiç ardıma bakmadım
Gümüş şiirler yazdım sen yokken
Çok yangın çıktı yüreğimde
Küllerini bile savurmadım
Irak denizlerin fırtınasıydım (daha fazla…)

Yazının Tamamını Oku »

Sen hangisisin?

Bir zamanlar, her seyden sürekli şikayet eden; her gün hayatının ne kadar berbat oldugundan yakınan bir kız vardı. Hayat, ona göre, çok kötüydü ve sürekli savaşmaktan, mücadele etmekten yorulmustu.

Bir problemi çözer çözmez, bir yenisi çıkıyordu karsısına.

Genç kızın bu yakınmaları karsısında, mesleği asçılık olan babası ona bir hayat dersi vermeye niyetlendi. (daha fazla…)

Yazının Tamamını Oku »

Yavaş Yavaş Ölürler …

Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler,
Yavaş yavaş ölürler okumayanlar,
Müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoş görmeyi barındırmayanlar.

Yavaş yavaş ölürler,
İzzeti nefislerini yıkanlar
Hiçbir zaman yardım
istemeyenler. (daha fazla…)

Yazının Tamamını Oku »

Bilge ve Köpek

Bir bilge, bir göletin başında oturmaktadır. Susuzluktan kırılan bir köpeğin devamlı olarak gölete kadar gelip, tam su içecekken kaçması dikkatini çeker.

Dikkatle izler olayı.

Köpek susamıştır ama gölete geldiğinde sudaki yansımasını görüp korkmaktadır.

Bu yüzden de suyu içmeden kaçmaktadır. Sonunda köpek susuzluğa dayanamayıp kendini gölete atar ve kendi yansımasını görmediği için suyu içer.

O anda bilge düşünür: (daha fazla…)

Yazının Tamamını Oku »

Yeniçeri Kıyafeti

19.yüzyılda Almanya’nın Mulheým şehrindeki Ren nehrinin bir yakasında Almanlar, öbür yakasında da Fransızlar oturuyordu.

Fransızlar, her sene nehrin Almanlardaki kısmına geçip mahsulün tümünü toplayıp götürüyorlardı. O sıralar, birliğini temin edemeyen güçsüz Almanlar ise buna fazla ses çıkaramıyorlardı tabi. Her sene böyle olunca çareyi Osmanlı Sultanına durumu yazıp, imdat istemekte bulurlar.

Mektupta söyle demektedir:
“Fransızlar her sene bize zulmediyor, mahsulümüzü elimizden alıyorlar. Siz ki, dünyaya adalet dağıtan bir imparatorluğun sultani, İslamiyet’in de halifesisiniz. Bizi bu zulümden kurtarın. Asker gönderin. Ürünlerimizi bu sene olsun toplama imkânı sağlayın.”

Çöküş faslına girildiği bir zamana denk gelen yardım isteğini inceleyen padişah asker göndermeyi mümkün ve gerekli görmez; yalnızca asker elbisesi göndermeyi kâfi bulur ve (daha fazla…)

Yazının Tamamını Oku »

İnsan

Bana aldanmayın!
Yüzüm bir maskedir,
Sizi aldatmasın.
Binlerce maskem var,
Çıkarmaya korktuğum,
… Ve, (daha fazla…)

Yazının Tamamını Oku »

FİNCAN

            Yaşlı kadın, bir antika dükkânından aldığı yüzyıllık fincanı özenle salon vitrinine yerleştirdi. Fincanın biçimi, üzerindeki işlemeler, renkler onun bir sanat eseri olduğunu söylüyordu. Ödediği fiyatı hatırladı; hayır, hiç de pahalıya almamıştı.

Hayranlıkla fincanı seyretmeye devam etti. Derken, birden fincan dile geldi ve kadına şöyle dedi;

“Bana hayranlıkla baktığının farkındayım. Ama bilmelisin ki, ben hep böyle değildim. Yaşadığım sıkıntılar beni bu hale getirdi.”

Kadın şimdi hayret içindeydi. Önündeki kahve fincanı konuşuyordu!  (daha fazla…)

Yazının Tamamını Oku »

Barış

Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.
Akşam alacasında, gözlerinde ferah bir gülümseyişle döner ya baba elinde yemiş dolu bir sepet; ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak testi gibi ter damlalarıyla alnında…Barış budur işte.

… Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara, yangının eritip tükettiği yüreklerde ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun, ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık, boşa akmadığını bilerek, kanlarının,

Barış budur işte. (daha fazla…)

Yazının Tamamını Oku »

Beklemeden Yaşa

Her zaman bir kitabın sonuna yaklaşır gibi yaşa.
Lunaparkta kaybolmuş gibi yaşa.
Oyuncak dükkanında kaybolmuş çocuğun iştahıyla yaşa.
Kaybolmuşluğu unut, etrafına bak!
Yüzmek gibi yaşa, boğulmak gibi değil.
… Uçmak gibi yaşa, düşmek gibi değil.
Kuş sesleriyle bir ağacın gölgesinde uzanır gibi yaşa.
Kaşık kaşık çikolata yiyip, ellerini beyaz tişörtüne silen çocuk gibi yaşa.
Saatlere bakmadan yaşa.
Beklemeden yaşa.
Yorulmadan yaşa.
Bir tırtılın kelebek olma hayali vardır,
Senin de bir hayalin olsun.
Öyle yaşa işte!
Boynu bükük soru işaretlerini boşver.
Dik ünlemlerin var.
Noktaları at çöpe, kucak dolusu virgül getirdim sana.
Allah’ın sana uzattığı beyaz kağıdı geri çevirme.
Yani diyorum ki;
Yaşa da,
Nasıl yaşarsan yaşa!

Mornie Menel

Yazının Tamamını Oku »

Bir yaz günü, plajda oturuyor, kumlarla oynayan iki çocuğu
seyrediyordum. Her ikisi de, deniz kıyısında, kapılarıyla, kuleleriyle,
tünelleriyle kocaman bir kale yapmak için beraberce harıl harıl
çalışıyorlardı. Kale neredeyse tamamlanmışken , büyük bir dalga gelip
kaleyi bozdu. Her şey, bir anda ıslak bir kum yığınına dönüşmüştü.

Bütün uğraşlarının bir anda gözlerinin önünde yok olduğunu gören
çocukların göz yaşlarına boğulmalarını bekliyordum. Ama çocuklar beni
şaşırttı.

Ağlamak yerine, ikisi de kalkıp el ele tutuştular ve gülerek kıyıdan biraz
daha uzaklaşıp yeni bir kale yapmaya giriştiler.

Çocukların , o anda bana önemli bir ders öğrettiklerini fark ettim.

Yaşamımızdaki her şey, yapmak için üstünde çok zaman ve enerji sarf
ettiğimiz her karmaşık yapı , aslında kumdan yapılmışlardır. Sadece başka
insanlarla kurduğumuz ilişkiler ayakta sağlam kalabilir.

Er ya da geç, bir dalga gelip, kurmak için yoğun çaba sarf ettiğimiz
çalışmaları anında yıkabilir. Böyle bir durum karşısında, sadece yanında
tutacak bir eli olan insan gülümseyebilir….

Rabi Harold Kushner

Yazının Tamamını Oku »

Aşkta Yarın Yoktur Sevgili

Aşk bu dünyanın ölçüleriyle açıklanamaz sevgili. O ilkel bir acıdır, yaban bir ağrıdır. Gelir  ve içimizdeki o çok eski bir şeye dokunur. Sonra bir perde açılır ve yolculuk başlar. Bu yolculukta artık para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş, anneler ve korkular yoktur. Aşkın kendi gerçekliği vardır sevgili. İnsan bir başka ışığa teslim olur…
Aşkta yarın yoktur sevgili. Zaman ileri doğru değil, içeri, yüreklere, derinlere doğru işlemeye başlar, bilgeleşir. Hiç bilmediği sezgileriyle buluşur. Yükü çok ağırdır, kendiyle buluşmuştur. Hem dışındadır dünyanın, hem de ortasında.
Hindistan’da Ganj Nehri’nin kıyısında yakılan yoksul adamın hissettikleri de onunladır, yitirdikleri de… Newyork’ta, bir sokakta, o kartondan kulübesinde yaşayan kadının çıplak yalnızlığı da. Her şey onunladır, ona emanettir sanki, ama o, çıldırtıcı bir yalnızlık içindedir yine de…  (daha fazla…)

Yazının Tamamını Oku »

Yaşamak Yürek İster

Yaşamak yürek ister; belki de bu yüzden dünyaya gelenlerin çok azı yaşar. Çoğunluğu yalnızca yaşadığı günü kurtarır, var olmakla yetinir ve kendi varlığı altında ezildikçe ezilir. Değiştiremeyeceği gerçekleri olduğu gibi kabul etmek ve bu değişmezlikten kendine yeni bir yaşam sevinci yaratmak da yürek ister; değiştirebileceğini değiştirmeye çalışmak da. Sanıldığı gibi insanı korkutan; dünya, zorluklar, yaşam koşulları ya da başkaları değildir. İnsan en çok (daha fazla…)

Yazının Tamamını Oku »

Bugün 161438 ziyaretçi (606937 klik) kişi burdaydı!
HTML/CSS Döken: Samet Can Sönmez - sametcansonmez.tr.gg -//- Çizim: Hacker-ScS // 2012 - 2013
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol